Thursday, January 10, 2013

GRİ VE TURKUVAZ; TAHRAN DEFTERİ (giriş bölümü)




           

 @sokakfilozofu
(Gri ve Turkuvaz, Tahran Defteri adlı kitabımın giriş bölümü)

        İran deyince aklımıza ne gelir? Farsça, hat sanatı, Sonati müziği, çeşitli baharatlarla çeşnilenmiş pilavlar, güzel gözlü insanlar, sıcakkanlılık, kıyasıya bir estetik tutkusu, şairler, hattatlar, nakkaşlar, Serçelerin çağıltısı filmi… Hayır hayır, akla gelecekleri söyleyeyim. Kara çarşaflı, şizoik bakışlı kadın yığınları, kapalı havalı, gri mi gri sokaklar, asık suratlı ve hapsedecek adam arayan kara sakallı mollalar, tiz ve uzun siren sesleri, silindir şapkaları ve yeşil üniformalarıyla koşuşturan askerler, Kızım Olmadan Asla ya da Persepolis filmi. Bu trajikomik kompozisyon birbirleri ile birbirlerinin bile farkında olmadığı kadar çok benzerlik gösteren iki ülkenin asla benzerliklerini aktif ve ilerletici bir potansiyel olarak kullanmamalı için çizildi. Amerikanların, İsraillilerin ve kimi zaman Avrupalıların çizdiği ve iletişim-bilişim imkanları ile geniş insan yığınlarının bilinçaltına çizilmiş bir kompozisyon.
            Ortağım kapalı bir kış günü heyecanla ofise girerek İran’a gidiyoruz diye bağırdığında heyecanlandım. Heyecanımın sebebi elbette ortağımın yerli yersiz kapıldığı yüksek karlılık hayallerinin tutarlılık ihtimali değildi tabi. Heyecanımın kaynağı birkaç günlüğüne bu kompozisyonun bir parçası olabilecek olmamdı. Aslında bu kompozisyonun diyerek ciddi bir hata yapıyorum. Evet, herhangi bir Türk olarak bu kara kompozisyonun sunulmuşluğundan payımı almıştım lakin bir Tarihçi olarak gideceğim yerde nelerle karşılaşabileceğimi az çok tahmin edebiliyordum. Üniversite birinci sınıfta Amin Maalouf’un ünlü romanı Semerkand’ı okuduğumdan beri İran, Mori Masaki’nin Yalınayak Gen adlı animasyonunu izlediğimden beri de Japonya temel ilgi alanlarımdandı. Bu iki ülkeye dair ne bulduysam okumuş, ne bulduysam izlemiş, hatta sahaflardan aldığım ve dilini bilmediğim birçok kitap, dergi ya da benzeri eşyayı da bir gün o dilleri öğrenir de içeriklerini incelerim umudu ile saklamıştım. Tabi İran konusunda Japonya konusunda olduğum gibi şanssız değildim. Elimde çok fazla done vardı ve bu donelerin İran’ı tanıma konusunda benim için nasıl sağlam bir bilgi kaynağı olduğunu gezim esnasında anladım.
            Daha önce ülkemde İran’a dair yayımlanmış birkaç gezi kitabı edinmiş ve incelemiştim. Çoğu klasik gezi kitapları gibi şurada şu var, şu otel şöyle, şu tarihi eserin temaşası, şurada şunu yedik nevinden bilindik ifadeler barındırıyordu. Oysa ben metinlerimin bir tarihçinin haysiyet ve hassasiyetini taşıyan bir derinlik taşımasını istiyorum.  Tabiki yabancı bir ülkede (İran bir Türk için ya da bir İranlı için Türkiye ne kadar yabancı bir ülkedir tartışılır) yaşanılan her türlü heyecan önemlidir ama benim derdim bu ülkelerin ruhunu anlamak. Dağlarının, kentlerinin, kalabalıklarının, şiirlerinin ardındaki, o ülkeyi o ülke yapan özün ne olduğuna dair bir fikir edinmek. Bir ülkeyi sevmek, bir ülkeyi karalamak, bir ülkenin lezzetlerini tatmak çok kolaydır lakin bir ülkeyi anlamak! Bir ülke derken milyonlarca insandan bahsediyoruz, milyonlarca geçmiş ve gelecekten. Bizler oryantalist değiliz ki toplumları global çıkarlar için kullanılabilir hale getirmek için kullanma kılavuzları hazırlayalım. Ülkeleri hakkında yazılmış çoğu kitap birer kullanma kılavuzu olan şair ruhlu ve kimsesiz modern çağ çaresizleriyiz. Bu çaresizliklerin paradoks zincirlerini zedeleme içgüdümüzden belki bu anlama ısrarları. Umarım ısrarlarımız; ya da en azından benim ısrarım bir mana bulur.
            İran’da bulunduğum süre içerisinde birkaç günlük Tebriz ve bir günlük Kum gezimi saymazsak zamanımın tümü Tahran’da geçti. Gezim esnasında çantamdaki küçük deftere yazmaya değer gördüğüm her şeyi yazdım. Bu notların bir kısmını geceleri otele döndüğümde defterin boş sayfalarında geliştirerek temize çeksem de son yazışımda en olgun hallerini buldular. Metinlerimi bir günlük gibi zamansal ayrımlarla bölmedim lakin kronolojiye de dikkat etmezlik yapmadım.  Sonradan gereksizliğine inandığım kimi notları yok saysam da, bir kafede yazdığım bir kısa öykü ve gezim esnasında yine bir kafede yazdığım iki adet şiiri ve birkaç aforizma ile karalamayı da bu şehrin ruhundan beslenmiş metinler olduğundan kitabın içine koydum.

No comments: