@sokakfilozofu
(Gri ve Turkuvaz, Tahran Defteri adlı kitabımın giriş bölümü)
İran deyince aklımıza ne
gelir? Farsça, hat sanatı, Sonati müziği, çeşitli baharatlarla çeşnilenmiş
pilavlar, güzel gözlü insanlar, sıcakkanlılık, kıyasıya bir estetik tutkusu,
şairler, hattatlar, nakkaşlar, Serçelerin çağıltısı filmi… Hayır hayır, akla
gelecekleri söyleyeyim. Kara çarşaflı, şizoik bakışlı kadın yığınları, kapalı
havalı, gri mi gri sokaklar, asık suratlı ve hapsedecek adam arayan kara
sakallı mollalar, tiz ve uzun siren sesleri, silindir şapkaları ve yeşil
üniformalarıyla koşuşturan askerler, Kızım Olmadan Asla ya da Persepolis filmi.
Bu trajikomik kompozisyon birbirleri ile birbirlerinin bile farkında olmadığı
kadar çok benzerlik gösteren iki ülkenin asla benzerliklerini aktif ve
ilerletici bir potansiyel olarak kullanmamalı için çizildi. Amerikanların,
İsraillilerin ve kimi zaman Avrupalıların çizdiği ve iletişim-bilişim imkanları
ile geniş insan yığınlarının bilinçaltına çizilmiş bir kompozisyon.
Ortağım kapalı bir kış günü heyecanla ofise girerek
İran’a gidiyoruz diye bağırdığında heyecanlandım. Heyecanımın sebebi elbette
ortağımın yerli yersiz kapıldığı yüksek karlılık hayallerinin tutarlılık ihtimali
değildi tabi. Heyecanımın kaynağı birkaç günlüğüne bu kompozisyonun bir parçası
olabilecek olmamdı. Aslında bu kompozisyonun diyerek ciddi bir hata yapıyorum.
Evet, herhangi bir Türk olarak bu kara kompozisyonun sunulmuşluğundan payımı
almıştım lakin bir Tarihçi olarak gideceğim yerde nelerle karşılaşabileceğimi
az çok tahmin edebiliyordum. Üniversite birinci sınıfta Amin Maalouf’un ünlü
romanı Semerkand’ı okuduğumdan beri İran, Mori Masaki’nin Yalınayak Gen adlı
animasyonunu izlediğimden beri de Japonya temel ilgi alanlarımdandı. Bu iki
ülkeye dair ne bulduysam okumuş, ne bulduysam izlemiş, hatta sahaflardan
aldığım ve dilini bilmediğim birçok kitap, dergi ya da benzeri eşyayı da bir
gün o dilleri öğrenir de içeriklerini incelerim umudu ile saklamıştım. Tabi
İran konusunda Japonya konusunda olduğum gibi şanssız değildim. Elimde çok
fazla done vardı ve bu donelerin İran’ı tanıma konusunda benim için nasıl
sağlam bir bilgi kaynağı olduğunu gezim esnasında anladım.
Daha önce ülkemde İran’a dair yayımlanmış birkaç gezi
kitabı edinmiş ve incelemiştim. Çoğu klasik gezi kitapları gibi şurada şu var,
şu otel şöyle, şu tarihi eserin temaşası, şurada şunu yedik nevinden bilindik
ifadeler barındırıyordu. Oysa ben metinlerimin bir tarihçinin haysiyet ve
hassasiyetini taşıyan bir derinlik taşımasını istiyorum. Tabiki yabancı bir ülkede (İran bir Türk için
ya da bir İranlı için Türkiye ne kadar yabancı bir ülkedir tartışılır)
yaşanılan her türlü heyecan önemlidir ama benim derdim bu ülkelerin ruhunu
anlamak. Dağlarının, kentlerinin, kalabalıklarının, şiirlerinin ardındaki, o
ülkeyi o ülke yapan özün ne olduğuna dair bir fikir edinmek. Bir ülkeyi sevmek,
bir ülkeyi karalamak, bir ülkenin lezzetlerini tatmak çok kolaydır lakin bir
ülkeyi anlamak! Bir ülke derken milyonlarca insandan bahsediyoruz, milyonlarca
geçmiş ve gelecekten. Bizler oryantalist değiliz ki toplumları global çıkarlar
için kullanılabilir hale getirmek için kullanma kılavuzları hazırlayalım.
Ülkeleri hakkında yazılmış çoğu kitap birer kullanma kılavuzu olan şair ruhlu
ve kimsesiz modern çağ çaresizleriyiz. Bu çaresizliklerin paradoks zincirlerini
zedeleme içgüdümüzden belki bu anlama ısrarları. Umarım ısrarlarımız; ya da en
azından benim ısrarım bir mana bulur.
İran’da bulunduğum süre içerisinde birkaç günlük Tebriz
ve bir günlük Kum gezimi saymazsak zamanımın tümü Tahran’da geçti. Gezim esnasında
çantamdaki küçük deftere yazmaya değer gördüğüm her şeyi yazdım. Bu notların
bir kısmını geceleri otele döndüğümde defterin boş sayfalarında geliştirerek
temize çeksem de son yazışımda en olgun hallerini buldular. Metinlerimi bir
günlük gibi zamansal ayrımlarla bölmedim lakin kronolojiye de dikkat etmezlik
yapmadım. Sonradan gereksizliğine
inandığım kimi notları yok saysam da, bir kafede yazdığım bir kısa öykü ve
gezim esnasında yine bir kafede yazdığım iki adet şiiri ve birkaç aforizma ile
karalamayı da bu şehrin ruhundan beslenmiş metinler olduğundan kitabın içine
koydum.
No comments:
Post a Comment