Thursday, December 07, 2006

Bir Sürecin İki Farklı Sonucu: Anadolu Aleviliği, İran Caferiliği

İran ve Anadolu’nun politik kaderini tarihin bir yerinde birleştirmemiz gerekirse gözümüze ilk çarpan zaman dilimi 16. yüzyılın başı olur. İran ve Anadolu tarihin her döneminde birbirine güçlü bağlarla yakın, birbirleri ile sürekli bir zihin alışverişi halinde olmuş iki coğrafya olsa da, günümüzdeki etkilerini tüm şiddeti ile sürdürmesi ve bilahare bu etkinin sadece düşünsel ve kültürel boyutta kalmayıp toplumsal ve siyasal politikayı derin manada etkilemesi bakımından, Safevi yıldızının parladığı bu zaman dilimi –özellikle bahsine girişeceğimiz konunun başlangıcı olması sebebiyle- ileri derecede önemlidir.


Malum süreç hakkındaki ayrıntıları konu ile uzaktan ya da yakından ilgilenmişler olarak bilmemize rağmen, kafamızdaki veri trafiğini düzenlemek babında şunları yeniden belirtebiliriz.

16. yüzyılın başlarında -adları zamanla Safevi olarak anılacak- çeşitli Türkmen grupları Azerbaycan merkezli bir devletin etrafında toplayan Türkmen Lider Şah İsmail “İmamiye” öğretisini devletinin resmi ideolojisi olarak belirlemiş ve kısa sürede nüfuzunun artmasıyla hâkimiyet kurduğu alanlarda İmamiye ideolojisini avam ve elitler üzerinde yaymaya başlamıştı. Bu yayılıştan nasibini alan Anadolulu Türkmenler gerek yaşam şekilleri, gerek inançları ve gerekse öğreticileri ile aralarındaki kuvvetli bağ nedeniyle imamiye ideolojisini bünyelerinde sağlıkla barındırabilecek bir pozisyondaydılar. Böylece kısa süre içerisinde yeni kimliklerini üzerlerine oturttular ve İslam, İmami öğretiler, Tarihi-felsefi miras üçlü saçayağından müteşekkil bir çerçevede, Şahçı bir politik duruşla Kızılbaşlar-Aleviler halini aldılar. İmamiyeci-Safevi etkisinin Çaldıran savaşı ile Anadoluda kırılmasının ardından başlayan Osmanlı kıyımlarının ardından Merkezlere uzak yerlere göçerek yeni kimlikleri ile varlıklarını sürdüren Kızılbaşlar Tanzimat-Cumhuriyet dönemeci ile kentlere kasabalara indiler. 1960lara kadar bünyelerinde Hetorotik-İslami argümanlar ağır bassa da 1960 Askeri darbesinden sonra Atheist-laik bir tavır aldılar ve Dini-geleneksel karakterlerinden büyük ölçüde sıyrıldılar.

Bu kısa anekdotun ardından konuyu irdeleyerek cevabını bulmak istediğimiz asıl soruyu açıklayabiliriz.

Anadolu Alevilerinin tarihdaşları İranlı ve Azerbaycanlı toplumların büyük çoğunluğu neden sıkı bir İslami-Şii Rasyonel kimliğe kavuşurken Aleviler tarihi süreçleri içinde önce Şifahi-Sufi ardından Atheist-laik bir tutum edindiler?

Çaldıran Savaşı ile Aleviler Osmanlıların Coğrafi hâkimiyet Alanına girdiler. Safevi Tekke-merkezlerinden akan bilgiler ve öğretmenlerin yolculuğu asgariye indi. Çaldıran savaşının ardından gerçekleşen irili ufaklı isyanlar da Osmanlı güçleri tarafından feci şekilde bastırıldı. Dolayısı ile Anadolulu Kızılbaş gruplar yeni öğretilerini besleyecek damarlardan mahrum kaldılar.


İnsan düşüncesi de insanla birlikte kimi zaman hızlı kimi zaman ağır bir şekilde evrim geçirir ve toplumlar özellikle din ve inanç konusundaki evrimlerini gerçekleştirebilmek için (içtihatlanmak) Tekke, medrese, manastır, üniversite, gibi akademik kurumlara ihtiyaç duyarlar. Saydığımız kurumlar ise yetkin bir kent yaşamı, toplum ve hükümet desteği, telebeler ve özgür düşünce unsurlarına muhtaç organizasyonlardır. Dolayısı ile kendi dini, düşünsel ve felsefi telakkilerini akademik bir biliç ortamında algılama olanağına sahip olmadıklarından yüzyıllar sürecek bir düşünsel donukluğa maruz kaldılar


Öğreti, yerel önderler (dede, derviş, pir) tarafından şifahi bir şekilde canlı kalarak güçlü, arı ve coşkun bir edebi estetikçilikle gelen nesillere aktarılsa da zamanla gerek akılcı bir tutuma kavuşamadığından, gerek totaliter Sünni otoriteye karşı aldığı muhalif duruşunu keskinleştirdiğinden, gerekse kentleşme ile gençliğin taşrada kalan şifahi kültüre yabancılaşmasından dolayı yeni içtihat kapıları bulamadı ve bu şekilde Alevi gruplar Laik Ateist bir kimliğe sahip oldu. Laikliğe kayışın ana sebebi kendilerini Osmanlı esaretinde kurtaran Cumhuriyete karşı bir bilinçaltı borcu, ateizme karşı aldıkları tavrın ana sebebi de Sünni asimilasyondan korunma amacıyla İslama ve İslami argümanlara karşı aldıkları karşıt tavırdı. İşte saydığımız bu engelleyici etmenler olmasaydı günümüz Anadolu Alevileri de İranlı-Azerbaycanlı tarihdaşları gibi Rasyonel bir Şiilik telakkisine sahip olacaklardı.


Oysa İran ve Azerbaycan’da tam tersi bir durum mevcuttu.

1500lerin yılların başındaki Safeviler eliyle yeniden şekillendirilen İran ve Azerbaycan’da Anadolu’daki gibi yerel dinlerin, Sufizmin ve Sünni kavrayışların etkisi altındaydı. Şiileştirme politikasını istikrarla sürdüren Safeviler öğretilerinin tarihsel kalıcılığı için de yeterli önlem almışlar, ülke sathında kurdukları medreseler ile geleceğe dair sağlıklı bir yatırım yapmışlardı. Bu yatırımın neticeleri zamanla öylesine gürbüz bir bedene kavuşacaktı ki İran Caferiliği, Şiiliğin ana yurdu diyebileceğimiz Güney Irak’ı bile bir ilim ve ideoloji havzası olarak geride bırakacak, bu süreci 1979 İran devrimi ile –modern politik telakkilerin aksine- orijinal bir politik tavır geliştirerek devam ettirecekti.


Bu kısa yazının ikinci kısmında “Günümüz Anadolu Alevilerinin gelecekte nasıl bir dini telakkiye sahip olabileceğini?” anlamaya çalışacağız.

No comments: