Sunday, April 20, 2008

TENCERE


İçerisi haşlanmış lahana kokan salonda -Handan hariç- oturan aile bireyleri en büyük eğlenceleri olan “Benim Olacaksın” adlı yerli dizi filmi izlerken, bu şirin ailenin hamarat annesi Zehra Hanım, demir çerçeveli gözlüklerinin ardından dikkat kesilmiş gözleriyle sarma yapmaktaydı. Baba Selahattin Bey huzurlu aile manzarasının mimarlığının kıvancı ve aile huzuru bulmuş köy soylu bir esnafın klasik edalarıyla kaskın, orta parmak uzunluğundaki sigarasını tüttürüyordu. Ailenin ninesi Gülizar kucağındaki kedinin sıcacık ensesini okşuyorken, evin Antropoloji öğrencisi genç oğlu Cüneyt hem çayını yudumluyor, hem de genç kızlarınki gibi uzun ve düzgün parmaklara sahip ellerini önündeki kuru üzüm ve leblebi kâsesine uzatıyordu. Evin büyük kızı Saliha soymakta olduğu dudaklarının üzerine kurulmuş aşağılayan bakışlarıyla kocası Süleyman’ı süzerken Süleyman, yüreğinde kabarmış şehvetin tüm vahşiliğiyle dizinin içindeki güzelim kızları kolunda hayal ediyordu. Herkesin dizideki hareketliliğin etkisiyle sessizleştiği bir anda evin kapısı çaldı. Zehra sarma içiyle yağlanmış ellerini tepsinin kenarındaki bir bezle silerek kapıya yöneldi. Kapıyı çalan alt kattaki komşuları Abide Hanım’ın küçük kızı Funda’ydı.
—Zehra Teyze, eğer mümkünse annem birazcık toz fındık istedi. Pasta yapıyor da!
Zehra kıza herhangi bir cevap vermeden -bekle bile demeden- geniş koridordan geçerek mutfağa yöneldi. Küçük kız aralı kapıdan hepsi aynı işle meşgul aile bireylerine bakarken Zehra yaklaşık yarım dakika sonra bir çay bardağı fındık tozuyla döndü. Sevimli kız “iyi akşamlar” deyip merdivenlere yönelirken -sana da bile demeden- kapıyı örttü. Sarma tepsisinin başına tekrar döndüğünde suratı o kadar sıktı ki biraz daha asılsa belki bir ayakkabının tabanına dönüşebilirdi. Bu dönüşümden kurtulmak için sevgili ailesine içini dökmeliydi.

Zehra’nın dediği:
Daha iki gün önce güzelim düdüklü tencereyi istemişti canı çıkası. Hani… Daha onu geri göndermeden sıpasını kapıma yollatıp toz fındık istetiyor birde. Utanmazlar anam utanmaz… Köyden çıkıp şehirde ev kurunca ne olacak. Sanki aldın da ne oldu tencereyi… Kocanın önüne bir tabak nohut mu koyabildin? Ya yaktı tenceremi, ya lastiğini eritti, ya düdüğünü bozdu. Kesin başına bir iş geldi de göndermiyor tenceremi. Allah’tan korkmaz mendeburlar.

Gülizar’ın dediği:
Bunun kaynanası da böyleydi kızım kaynanası da. Sanki kocasının eli kör, gözü dikenli miydi? O adam da eşek gibi çalışır eve taşırdı ama cimriydi anam bunlar cimri cimri… Paraya kıyar da bir tencere mi sokar mutfağına mendebur nalet. Yakında kızı da kendine benzer. Baksana üç kuruşa kıyıp bir tutam fındık alamıyor da çocuğu alıştırıyor onun bunun kapısında ağız yüz eğdirmeye. Canları çamura düşesiceler. Bizim soyumuzda, köyümüzde yok şükür böyle sırtlan yürekliler. Allah gözlerini doyursun.

Damat’ın dediği:
Yahu anam ne çok çeneniz varmış be! Ne oldu, alt tarafı bir tencere. Unutmuştur ya da işi bitmemiştir. Komşu komşunun külüne muhtaç değil mi hem? Bu gün ona yarın sana. Hem vermese ne olur, bu kadar laf söylenir mi? İhtiyacın olduğunda hatırlatırsın, eşek değiller ya çıkarır verirler. Bir televizyon izletmiyorsunuz adama. Cüneyt ne oldu şimdi, kaçırdım, anlatsana!

Selahattin’in dediği:
Tabi damat bey babanın tenceresi değil ya at uzaktan kurşunu… Aile dediğin hiçbir ihtiyacı için oraya buraya ağız yüz eğmez. Bir kıçı kırık tencereye, bir tutam fındığa kalmışsa ailen intihar et intihar. Erkeğim diye kasılma sokaklarda. Biz öyle miyiz biz! Tırnaklarımla var etim eşimi, işimi, gücümü. Yemedim içmedim çabaladım eşekler gibi nedeeen? Babamız adamdı babamız… Ana babam seni kaç kere göndermiştir onun bunun kapısına git bir tutam tuz iste diye? Aile dediğinde dirayet olmalı dirayet, güç olmalı, bağlılık olmalı, sevgi olmalı. Kazık gibi sabah akşam yatmamalı insan dediğin. Çalışmalı, çalışmalı, çalışmalı…




Cüneyt’in dediği:
Aslında komşularımızın yaptığı bu saygısızlığı bilimsel bir yaklaşımla da anlayabiliriz. Öncelikle tarihsel kökenlerimizi biraz bilmeliyiz… Atlı, göçebe bir yaşam ve yağmacı, talancı bir üretim biçiminin günümüze sirayet etmiş görüntüleri bunlar. Toplumumuz ne kadar bu tip özelliklerini bir nebze aşmış ve kentli bir sanayi toplumu görünümü yakalamış olsa da kökenlerimizin bilinçaltı işaretlerine dair çok güzel bir örnek bu mesele. Şimdi komşularımız varlığını bize unutturmaya çalıştıkları bu tencereyi bir ekonomik kar olarak addediyorlar. Bu unutturmaya çalışma eylemi önemli çünkü toplumun tarihsel süreçte bir azcık da olsa hukuku sindirebilmişliğinin göstergesi. Eğer bu sindirebilmişlik olmasaydı kaba kuvvet etken olurdu ve eğer güçleri yetiyorsa bizden izin dahi almadan kapılarımızı kırarak tenceremizi alır, evlerinde kullanır ve bu tencere hakkındaki bütün tasarruflarını kendi şiddetperestlikleriyle…

Hep bir ağızdan dedikleri:
Amma da uzattın be Cüneyt. Aaaaaaa yeter.

Kedi’nin düşündükleri:
Şu insanlarda bir kuşun tırnağı kadar akıl varsa köpek olayım. Ne tenceresi ya hu ne fındığı? Kıvrılın sıcak bir köşeye, alın birer tabak yiyecek ohhhh gel keyfim gel. Bizim kedi milleti bile kırk kat akıllı bunlardan. Kaşınıyor bunlar kaşınıyor.

Saliha’nın dediği:
Offff aman off. Ne tencereymiş ki sizi bir saat konuşturdu. Bu kadar lafı nereden buluyorsunuz Allah aşkına. Benim canım pıt pıt istedi. Patlatayım mı siz de yer misiniz?


Saliha salondan çıkıp mutfağa girdiğinde ve mermer taşlığa konan tencerenin takırtısı duyulduğunda evin Handan soğuktan kıpkırmızı olmuş suratıyla evin dış kapısını açtı. Eşikte botlarını çıkarıyorken herkese “iyi akşamlar” diledi. Paltosu, atkısı ve beresini vestiyere astıktan sonra ellerini ovuşturarak içeri girdi. “Of be canım annem, yarın lahana sarması yedireceksin yavru kuşlarına ha” deyip kızarmış yüzünü annesinin sol yanağına dayadı. Annesi kızının tenindeki soğukla irkilirken çiğ sarmadan bir tane aldı ve abisinin yanındaki boş koltuğa oturdu. Cam kâsedeki leblebi ve üzümlerden alıp ağzına attı. Ağzındakileri gevelerken “Haa anne unutmadan Abide Teyze dün sabah tam ben evden çıkarken tencereyi getirdi. Ayakkabılarımı giyindiğimden tekrar çıkarıp mutfağa götürmeye üşendim. Tencere vestiyerin üstündeki boş dolapta” dedi. Salondaki herkes -Handan hariç- birbirlerinin ekşimiş yüzlerine bakarken Handan kâseyi bir daha avuçladı. Mutfaktan patlamaya başlamış mısırların ritimli patırtıları duyuluyordu.

sokakfilozofu1@hotmail.com

No comments: